top of page

Türklerin Aradığı Tuş: Varoluşsal Krizi Ortadan Kaldır!

  • Yazarın fotoğrafı: Eşref Alemdar
    Eşref Alemdar
  • 3 Mar
  • 3 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 28 Nis

İslamcılığın en güçlü argümanı şu: Bilim de din de hakikati arar; ama din zaten mutlak hakikati vahiy yoluyla sunmuştur. Bu nedenle, İslam sadece bir inanç sistemi değil, aynı zamanda bilimsel bir hakikattir. 



ree

Eğer bilim dini doğruluyorsa, bilim yanıldığında din de yanılmış olur mu? Ne çetin soru değil mi? Türkiye’de insan ya dindar olur ya da dinden kaçarken nefessiz kalır. Çünkü bunun ortası yoktur! Ya bu ya da budur! Zira, ölüm diye bir gerçek var; o kaçınılmaz, o soğuk gerçek.. o soğuk sabit. Türk ölümü düşündükçe ya Tanrı’ya sarılır ya da modernliğin boğazına yapışır. Ama buradaki şaka şu: Sekülerizm neden bir tür din gibi hareket ediyor ve biz neden bir türlü dinden kaçamıyoruz? İşte Türkiye’nin bitmeyen sitcom’u.


Dün Cihangir’de, en Batılı kafelerden birinde, üç gencin varoluşsal krizine tanık oldum. Biri Hıristiyan olmak istiyordu çünkü İslam modernliğe uymuyordu ve ölümden sonra bir şeylerin varlığına ihtiyaç duyuyordu. Ama İslam gibi bozulmamış bir kitabı olmadığı için mütereddit kalıyordu. İncili insan kaleme almıştı, oysa Kur’an vahyin ta kendisiydi. Diğeri agnostikti, “emin değilim” cümlesinin içinde boğuluyordu. Gözleri kafenin duvarına takılıyor, parmaklarını sokacak bir priz arıyordu. Sonuncusu ateistti ama ölümden korkuyordu. Buna kendi de kıkırdıyordu ama durum buydu. Üçünü de yere seren şey aynıydı: Ölümden sonra bir şeyler olmasını istemek.

İşte Türkiye’de dananın kuyruğunun bir türlü kopamadığı laiklik ve İslamcılık savaşının kaynağı da bu. Cumhuriyet, bu konuda yetkin bir yanıt veremedi. Birkaç cümleyle meseleyi özetleyemedi. Belki de birkaç cümleyle özetlenemediği için… Ama her Türk’ün basitçe anlayabileceği şekilde anlatılması şart. Bu varoluşsal kriz o denli derin ki insanlar ya kibirli müslümanlara dönüşüyor ya günah duygusuyla kahroluyor ya da kendini her şeyin üzerinde gören materyalistlere dönüşüyor.



Whispering Wall- 1993- Burhan Doğançay
Whispering Wall- 1993- Burhan Doğançay

Büyük dünya dinleri neden bu kadar uzun ömürlü oldu? Çünkü insanlara bir hikâye verdiler. İnsan sadece hakikati değil, anlamı da ister. Bilim ise soğuk, katı ve çıplak gerçeği sundu: Evrende anlam yok, hayat bir tesadüfler zinciri ve ölüm bir kara delik. İnanan, inanma ihtiyacı duyan, etiği ve ahlakı inanç kökenli bulan bir insan için, bu kadar çıplak bir gerçekle yaşamak kolay değil. Batılının yüzyıllara yayarak içselleştirdiği bu mesele, bizde eksik anlatıldığı için bugünün insanını varoluşsal bir dehşette sıkıştırıyor. İşte bu yüzden din hep kazandı.


Ama burada kaçırdığımız bir şey var: Anlam arayışı, sadece kutsal kitaplara indirgenemez. Matematik de bir insan tasavvuru olabilir ama bilim yaratan akıl, kendi içinde tutarlı bir gerçeklik inşa ediyor. İnsan aklı, evreni bütünüyle kavrayamayabilir ama bu, evrenin tamamen irrasyonel olduğu anlamına gelmez. Belki de evren, akıl yoluyla tümüyle anlaşılabilecek bir şey değil; ancak belli alanlarında aklın çalışmasına izin veren bir yapı.

İşte burası, Türkiye’deki tartışmanın düğümlendiği nokta. Biz ya dinin mutlak hakikat sunduğunu düşünüyor ya da bilimi tek gerçeklik olarak görüyoruz. Oysa Batı, bilimin sadece bir hakikat değil, aynı zamanda bir anlatı olduğunu da kabul etti. Einstein’dan Hawking’e kadar bilim insanları, evreni sadece formüllerle değil, metaforlarla da açıkladı. Ama bizde, bilimi de dini de statik ve mutlak görmekten vazgeçemiyoruz. Dışarıda bir gerçek var ve aklımız sınırlı. O sınırlı akıl, her seferinde yeni bilgiler ve deneyimlerle yeni gerçeklikler üretiyor. Modern çağın göreliliği burada büyük bir fırsat sunuyor.


Sekülerizm kazanmak istiyorsa, bir hikâye yazmalı. Ne büyük kurtuluş anlatıları ne de aşırı rasyonalizm bu boşluğu dolduracak. Yeni paradigma şu: Ölüm korkusunu bir anlam krizine çevirmekten vazgeçmek ve yaşamın kendisini anlamın kaynağına koymak. Matematik bile insan yaratısıysa, ahlak bir sosyal uzlaşmaysa, o zaman hayatı anlamlandırmak neden bizim elimizde olmasın?


Elbette bunca görelilik, içinde bulunduğumuz iletişim karmaşasını, politik tutarsızlıkları ve ironileri de doğuruyor. Ama bu, hayatın temel ilkesi olan entropinin –her şeyin zamanla bozulması ve ölmesi gerçeğinin– bir sonucu. Yani göreliliğin pratik yaşamdaki tezahürü, yeni huzursuzluk ve gerginlik anları yaratsa da içinde bulunduğumuz gerçekliğin doğal bir türevi.


Türkiye artık bu konunun yalın biçimde anlatıldığı küçük bir kitap bekliyor. Zira İslamcılık, artık sadece Türkiye’nin değil, Avrupa’nın ve ABD’nin de bir sorunu. Medeniyetler Çatışması’nın sonunu getirecek çözüm burada. Bu tartışmanın derlenip sunulması gerekiyor. Çünkü bu kavga Türkiye’de boğucu hale geldi. Yeni bir anlatı lazım. Ölümden korkuyorsan, dinin ahiret hayatı orada duruyor. Bu dünyayı yaşamak istiyorsan, matematik esaslı bir bilimle şekillenen dünyaya hâkim olup bundan keyif almalısın. Ne matematik esaslı tanrısız rasyonel bir evren modeli ne de dogmatik dini bir model sürekli değişen dünyada ve ölüm korkusunu yenmede sana yardımcı olamayacaktır. Ama ikisinin arasında sıkışıp boğularak yaşayamazsın.


Türkiye’nin beklediği kitap işte bunu anlatacak. Çünkü bu kavga boğucu hale geldi… Yeni bir anlatı inşa etmenin zamanı...


 
 
 

1 comentario


samiokur
04 mar

Yaşanmışlıkların imbiğinden geçe geçe damıtılmış bir tat bıraktı. Analiz kadar hedefe koyduğu sonuç da tatlısıydı. Kalemine sağlık.

Me gusta

© 2023 by The Artifact. Proudly created with Wix.com

bottom of page